Sorular ve yanıtlar

Soru ve Yanıtlar

Ş. Alpay, F. Arslan, Z. Aşık, M. Azizoğlu, P. Bayındır, A. Berkman, S. Bilgen, G. N. Demirer, B. Gür, E. A. Ergut, F. Ergut, R. Kaya, N. R. Öğüt, B. T. Özkaya, T. Pamukçu, Ü. Reinart, Ö. Sarıoğlu, H. Süral, N. Şeker, E. Voyvoda, M. Yeğen, M. Yeğenoğlu ve L. Yılmaz tarafından hazırlanan sorulara yanıtlarım

SORU: Son dönemlerde üniversite yönetiminin gittikçe merkezileştiği, rektörlük makamının neredeyse tek belirleyici olmaya başladığı gözleniyor. Bir üniversitede demokratik yönetimin ve bilimsel özerkliğin sağlanabilmesinin önemli bir koşulu olan çeşitli düzeylerdeki akademik birimlerin (fakülteler, bölümler, anabilim dalları ve enstitülerin) özerkliğinin sağlanabilmesi için ne tür somut düzenlemeler yapmayı planlıyorsunuz?

YANIT: Üniversite yönetimindeki merkezileşme sorununun kökünde YÖK yasasının arkasındaki `Mutlakiyetçi’ anlayış bulunmaktadır. Aslında bir tepki yasası olan bu yasa, karar erkini büyük boyutta tek elde toplamıştır. Yönetime gelen bazı Rektörler kendi düşünce tarzlarını hayata geçirme bakımından daha zor olan `demokratik’ anlayışı benimsemek yerine, çoğulcu gibi görünen bir yöntemle seçilmiş olmanın `demokrasi’ adına yeterli olduğunu düşünmektedirler.
Çözüm bir anlayış değişikliğindedir. Asıl hedeflenmesi gereken,  kökten demokratik bir üniversite yasasıdır. ODTÜ Rektörü, bu konuda öncülük yaparak, diğer üniversitelerle birlikte geniş katılımlı bir çalışma başlatabilir. Bu gerçekleşinceye kadar ise Rektör kendi karar yetkisindeki alanlarda, gerçek anlamı ile demokratik yöntemlere ve erk devrine gitmelidir.
SORU: Merkeziyetçiliğin kendini en fazla belli ettiği alanlar arasında atama ve terfi süreçleri ve yeni eleman alımlarını sıralayabiliriz. Terfi ve atamalarda rektörün gereğinden fazla söz sahibi olmasını, atama süreçlerinin kişiselleşmesini ve gelişigüzelleşmesini önlemek için nasıl bir yapılanma ve düzenleme planlıyorsunuz?

YANIT: Bu konu akdemik özgürlük çerçevesinde algıladığım bir konudur. Zira, `Akademik özgürlükten’ anladığım yalnızca `dersini vererek’ ve `bilimsel araştırma yaparak’ elde edilen görüntüsel bir özgürlük değildir. Akademik yükseltme, yeni öğretim üyesi alımı gibi konular da  akademik özgürlük kapsamında ele alınmalıdır. Bu konuların, aslında özgürlük varmış gibi görünen `bilimsel araştırmayı yapmak’ üzerinde de önemli etkilerinin (kısıtlayıcı/engelleyici) olduğuna dikkat çekmek isterim. Öğretim üyesinin akademik yükseltmek kriterleri dolayısı ile X alanında/dergisinde değil, Y alanında/dergisinde yayın yapma gerekliliğini hissetmesinin `özgürlükle’ bağdaşırlığı yoktur.

Benim hayal ettiğim ODTÜ’de, akademik atama ve terfi kuralları, Bölüm özerkliği gözetilerek konulur. Bu kuralların oluşturulmasında `çoğunluğa uygun’ basit bir demokrasi değil, salt bilimsel esaslı nedenlendirmelere dayalı, azınlığın da çalışmalarının gözetildiği , `konsensus’ esaslı bir demokrasi egemendir. Bu tür yapılarda çelişkilerin doğması kaçınılmazdır. Ancak, ODTÜ’lü olmanın ayrıcalıklığı tam da bu noktadadır. Tüm ODTÜ’lülerin ortak paydasında, bilimselliğin ve rasyonelliğin temel dünya görüşü olması vardır. Bu zeminde `konsensus’ sağlanabileceğine inanıyorum. Yönetimin, fakültelerden gelen görüşleri değerlendirerek geri beslemesi ile şekillenecek olan süreç, sistemin çalışırlığının teminidir.

Bu esaslar ışığında, örneğin, akademik kriterlerin yeniden düzenlenmesinde, fakülteler düzeyinde, akademik birimler arası geniş katılımlı olarak bir çalışma grubu oluşturulmalıdır. Ardından, akademik birimlerden (Bölümler, Fakülteler, Enstitüler),

  • akademik çok renkliliğe izin veren,
  • bilimsel özgürlüğü kısıtlamaktan kaçınan,
  • yalnız bilimsel ve etik ölçütler kullanan

akademik yükseltme/alım ölçütlerini oluşturmaları istenmelidir. Akademik birimler, söz konusu disiplinde değerlendirme usullerinin ve ölçütlerinin uluslarası zeminde neler olduğunu, kendileri için geliştirdikleri ölçütlerin ne olduğunu, ulusal ve uluslararası ölçekte nereye düştüğünü, nedenleri ve irdelemeleri ile çalışma grubuna sunmalıdır. Çalışma grubunun irdelemeleri her birimin eş düzeyde uğraş vermesinin güvencesi olacaktır. Çalışma grubu nezdinde ölçütleri tatmin edici bulunan birimlerin ölçütleri geçerlilik kazanacaktır. Güncellemelerde de benzer bir usul izlenecektir.

 

SORU: Atama ve terfi kriterlerinde ‘olmazsa olmaz’ kriterleri kaldırıp çoklu kriter oluşturulması fikrine nasıl yaklaşıyorsunuz? Bu konuya olumlu yaklaşıyorsanız bunun için hayata geçirmeyi planladığınız çoklu kriterler nelerdir? Bu kriterleri belirlerken hangi ilke ve süreçleri dikkate alacaksınız?

YANIT: `Çoklu kriter’ kavramı yukarıda belirttiğim genel esaslardaki akademik çok renkliliğe izin vemenin kaçınılmaz sonucudur. Bu gerçekleşmelidir. Ancak, kriterlerin ne olacağı disiplinin kendi yetkinlik alanına girmektedir. Burada ancak kişisel kanımı aktarabilirim. Kanımca, şu anda atama ve terfi kriterlerimizdeki en büyük eksiklik hakem değerlendirmesinin son derece şekilsel bir hale indirgenmesi ve atamaların salt sayısal değerlere göre yapılmasıdır. Her bölümün ulusal ve uluslarası düzeyde güvendiği hakemler heyetini belirlemesi ve değerlendirmelerin hakemler tarafından yapılması bilim insanlığını değerlendirme gibi çok karmaşık bir işlemde kaçınılmazdır. Ayrıca, kurumsal ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getiren çalışmalarımızın da değerlendirmelerde önemli kıstaslar olduğunu düşünüyorum. Ama bu konular (kriterlerin ne olup ne olmayacağı), disiplinin türüne ve doğasına göre, o konuda çalışan arkadaşlarımız tarafından en ince ayrıntılarına kadar belirlenmesi gereken konulardır.

 

SORU: Gerek yönetsel gerekse atama ve terfi kriterlerinde ana bilim dallarının özgüllüklerinin dikkate alınmasını sağlamak için nasıl bir mekanizma oluşturmayı ve düzenleme yapmayı planlıyorsunuz? YANIT: Yukarıda atama ve terfi kriterleri ile ilgili mekanizmayı bir örnek oluşturması amacı ile belirttim. Ama aslında sorun `yönetimde demokrasinin’ nasıl algılandığı ile ilgilidir. Bundan ötürü önümüzdeki dönemde tüm karar verme ve uygulama süreçlerini yeniden yapılandırmayı düşünüyorum. Bu yapılandırmada, temel ilkeler

  • insanı ön plana alarak bürokrasiyi sadeleştirme,
  • akademik birimleri yetkilendirme,
  • şeffaflaştırma ve
  • çeşitliliği besleyen harmoni

olacaktır. Halen, üniversitemizde bu konuda büyük zaaflar mevcuttur. Ayrıca, üniversitenin işleyişinde yetki ve sorumlulukların çoğu tanımlı değildir. Tekrarlar, belirsizlikler ve hatta tutarsızlıklar mevcuttur. Karar alma mekanizmalarımız zaman zaman birbiri ile çelişmektedir.  Karar verme ve uygulama süreçlerimizin neredeyse tamamı el yordamı ile işlemektedir. Zira, mevcut karar alma süreçlerimiz bilgiye dayalı ve açık-seçik değildir. Herşeyden önce katılımcılığı, şeffaflığı sağlamak üzere üniversite `bilgi sistemini’ kurmamız gerekir. Örneğin, tüm yönetmelik ve uygulamalarımızın bulunduğu bu sistemde üniversitemizin genelini ilgilendiren konular için bir `elektronik oylama sistemi’ de bulunmalı ve kullanılmalıdır.

 

SORU: Üniversite yönetim kurulunun oluşumu ve karar alma süreçlerinde farklı görüşlerin dile gelebilmesine imkan vermek için almayı düşündüğünüz önlemler, oluşturmayı planladığınız mekanizmalar var mıdır? Üniversite yönetim kurulunun tek adam yönetimine dönüşmemesi için yapmayı planladığınız düzenlemeler var mıdır?

YANIT: Bu sorunun yanıtını `esaslar’ düzeyinde yukarıda verdiğimi düşünüyorum. Şu anda tüm karar verme ve uygulama süreçlerimizi `tek elden çıkmış olarak’ ayrıntılandırmak bu esasların kendisine aykırıdır. Mekanizmalar yaygın katılımla ve gerçek demokratik bir yaklaşımla oluşturulacaktır. Önemli olan demokratik yaklaşımın hangi esaslara dayalı olacağıdır. Bunu belirtebildiğime inanıyorum.

 

SORU: Enstitü başkanlarının ilgili bölümlerin öğretim üyelerinin oylarını yansıtacak biçimde seçilmesi konusunda düzenleme yapmayı planlıyor musunuz? Böyle bir planınız yoksa Enstitü başkanlarının halen uygulanmakta olan yöntemle göreve getirilmesini sürdürecek misiniz?

YANIT: Yukarıda belirttiğim demokrasi algısı gereği olarak seçim yöntemlerinin tüm boyutları ile tartışılması ve şekillendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üniversitemizde idari, akademik, öğrenci, bölüm, enstitü, merkez, ayırımı yapmadan herkesin bir bütünün parçaları olmalarını sağlayacak bir yönetişim anlayışı geliştirmemiz gerekmektedir. Rektör, üniversite mensuplarını pasif elemanlar olarak değil, kurumun özgün dokusunu ortaya çıkaran her bireyin kendine özgü önemi olan aktif elemanlar olarak görmelidir. Bunun için, herkesin görüşünü önemseyen ve sentezleyen bir yapılanma geliştirmemiz gerekir. Tüm akademik yönetim kademelerine seçimle yönetici getirilmesinde sayısız yarar vardır. Seçimin türü ve detayları ise hep beraber kararlaştırılması gereken bir konudur.

SORU: Rektörlük seçiminde oy hakkı olmayan grupların (öğrenciler, öğretim görevlileri, okutmanlar, araştırma görevleri ve idari personel) üniversitenin karar mekanizmalarına (özellikle dekan ve bölüm başkanı seçimlerine) katılamamasını doğru buluyor musunuz? Bulmuyorsanız bu grupların eğilimlerini dikkate almak için hayata geçirmeyi planladığınız mekanizmalar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?

YANIT: Öğrenciler, öğretim görevlileri, okutmanlar, araştırma görevleri ve idari personelin karar süreçlerine katılmasını yararlı ve gerekli buluyorum. Üniversitemizin karar alma kurullarında öğrencilere, idari görevlilere, araştırma görevlilerine yer verilmesi için uğraşacağım. Bu konuda yasal zorluklarla karşılaşılması muhtemeldir. Yasal zeminin değişmesi için de uğraş vereceğim. Yasaların doğrudan katılıma izin vermediği durumlarda Yönetici insiyatifi ile, ama yine demokratik usullerle oluşturulacak kurullardaki görüşlerin yasal kurullarda dile getirilmesini temin edeceğim. Bu katılımların koşulları ise titiz bir çalışma ile belirlenmelidir. Yöneticilerimizin seçimine de herkesin katılımında yarar buluyorum. Dekan, Enstitü müdürü ya da bölüm başkanı, sadece öğretim üyelerinin değil, tüm mensupların yöneticisi olmalıdır. Sayılar ve dengeler gözetilerek her grupta seçim için bir usul belirlenebilir ve sonuçlar belirli oranlarda birleştirilebilir inancındayım.

 

SORU: Öğrencilerin rektörlük düzeyinde temsilinin sağlanmasına yardımcı olacak öğrenci dekanlığı veya benzeri bir mekanizmanın kurulması konusunda yaklaşımınız nedir? Böyle bir mekanizmanın kurulmasına olumlu yaklaşıyorsanız bunu sağlamak için hangi süreçleri hayata geçireceksiniz?

YANIT: Öğrenci temsiliyetine çok önem verdiğimi belirtmek isterim. Önümüzdeki dönem Rektör olduğum takdirde,  Rektör danışmanlarından birisinin öğrenci olacağını duyurmak istiyorum. Öğrenci Rektör Danışmanlığı hakkında detaylı bilgi için bu bağlantıya bakabilirsiniz.

 

SORU: ‘Inbreeding’in engellenmesi için geçtiğimiz 16 yılda bir seri düzenleme yapıldı. Bu düzenlemelerin beraberinde bir dizi olumsuz sonuçlar da doğurduğu tespitine katılıyor musunuz? Katılıyorsanız bu olumsuzlukların neler olduğunu düşünüyorsunuz ve bunları ortadan kaldırmak için nasıl somut düzenlemeler yapmayı planlıyorsunuz?

YANIT: Bu tespite katılıyorum. Bu, batıda var olan bir fenomene bizim bünyemize uygun olmayan, kendi varlığımızı tehdit eden çözümler `ithal’ etmemizden kaynaklanmıştır. ABD, doğurganlığın kendi içinde kalmasını (inbreeding)  `doğrudan’ bir sorun olarak görüp bunu `doğrudan’ engelleyici çözümler alabilir. Bünyeleri buna müsaittir. Binlerce üniversitesi olan bir ülkede eş düzeyde onlarca hatta yüzlerce üniversite mevcuttur. Ülkemizde ve ODTÜ özelinde bu alternatif çokluğu yoktur. Bizim kendi başarılı mezunlarımızı bu gerekçe ile red etmemiz, berelenen kuyruğunu bırakan kertenkeleyi örnek alıp, sobada yanan elimizi kesmeye kalkmamız kadar yanlıştır. Yapılması gereken, `inbreeding’ in sakıncalarını başka yollarla ortadan kaldırmaktır.Bu amaçla geliştirdiğim, ODTÜ-ÖYP ve ODTÜ-DOSAP projelerinin hem bu sorunu çözeceğini hem de doktora programlarımızın kalitesini artıracağını düşünüyorum. ODTÜ-ÖYP’de doktora yapan tüm araştırma görevlilerini ÖYP’ ye alarak ve onları doktora sırasında bir yıl yurt dışına göndererek doktora programlarımıza talebi artırmış olacağız. ODTÜ-ÖYP’yi tamamlayan öğrencilerimiz arasından ihtiyaçlarımız doğrultusunda en başarılı olanları bir yıl ODTÜ-DOSAP ile yurt dışına göndererek onları öğretim üyesi olarak alabileceğiz. ODTÜ kaliteli mezununu kaybedecek lükse sahip değildir.
SORU: Doktorasını yurtdışında ya da ODTÜ’de bitirmiş başarılı gençler, akademi dışında ya da özel universitelerde çalışmayı tercih ediyor. Bu kişileri ODTÜ’ye çekebilmek icin neler yapmayı planlıyorsunuz? Sizce üniversitemize genç öğretim elemanlarını çekmekte – malum nedenlerden dolayı – yaşanan zorlukları bertaraf etmenin bir yolu da, yukarıda bahsi geçen uygulamaya son verilmesi olabilir mi ?

YANIT: Bu sorun bir önceki soruda dile getirilen `inbreeding’ problemine yanlış yaklaşım ile de ilgilidir. Doktoralarını ODTÜ’den almış, başarılarını uluslararası yayınlarla kanıtlamış genç akademisyenler dışlayıcı politikalarla, yurtdışına veya özel üniversitelere itilmiştir. Bu dışlayıcı yaklaşımı terk etmemiz zaten problemin bir kısmını çözecektir. Buna ek olarak genç akademisyenlere lojman önceliği, araştırma projesi oluşturmada idari destek, mentorluk gibi destekleyici tedbirlerin de çözüm yönünde olumlu katkı vereceğini öngörmekteyim. Ancak, sorunun asıl çözümünün `inbreeding’ problemini ele alış felsefesindeki temel değişikle geleceğine inanıyorum.

 

SORU: Birçok ABD ve Avrupa üniversitesinde cinsel taciz sorunuyla başedebilmek için kurumsal düzenlemeler mevcuttur. ODTÜ’de gerek öğrencilerin gerekse öğretim üyelerinin bu tür bir sorunla karşılaştığında başvuracağı ve harekete geçireceği hiç bir kurumsal mekanizma yoktur. Rektör seçilirseniz bu sorunla baş etmek için kurumsal mekanizmalar oluşturmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız bu mekanizmalar neler olacaktır?

YANIT: Bir bayan olarak, bu tür olaylara sıfır tolerans göstereceğimi ve asla `kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımı’ sergilemeyeceğimi belirtmek isterim. Bu konularda kız öğrencilerimizin bilinçlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca, disiplin kurullarımızın standart işleyişlerinin gözden geçirilerek yeniden düzenlenmesi gerekmekedir.

 

SORU: Son yıllarda ODTÜ’de hukuka aykırı ya da hukuksal dayanağı olmayan uygulamalarla karşılaşıldığı yaygın bir kanıdır. Özellikle özlük hakları ve diğer uygulamalar konusunda birçok kişi yargıya başvurmak zorunda kaldı. Üniversite bu davaların birçoğunu kaybetmesine karşın, mahkemelerin kararlarını görmezden gelmiştir. Örneğin derecesi 3 veya daha fazla olan Doçent ünvanlı kişilere 4600 gösterge üzerinden maaş ödenmesi kesinleşmişken, Üniversite bu durumdaki kişilere 3600 gösterge üzerinden maaş ödemeye devam etmektedir. Bir diğer örnek ise, Y.Doçentlikte 12 yılını dolduran kişilerin öğretim görevlisi olarak çalıştırılmaları bir çok üniversitede uygulanmazken, ODTÜ bu kişileri öğretim görevlisi olarak çalıştırmaktadır.

  1. Siz, kimi özlük konularında, çalışanlar lehine verilmiş kesin yargı kararları varken, aynı konumdaki başkalarının sözkonusu haklara kavuşmaları için yargıya gitmeye zorlanmalarını doğru buluyor musunuz?
  2. Geçmiş dönemde hukuka aykırı uygulamaların tespiti ve düzeltilmesi için konuyu inceleyecek bir komisyon oluşturulması fikrine sıcak bakar mısınız?

 

YANIT: Bu uzun soruya yanıtım çok kısa ve nettir: Hukukun üstünlüğüne tam inancım vardır. Tüm yönetsel eylemlerimiz hukuka uygun olmak zorundadır. Buna ek olarak, çalışanlarımıza en üst düzeyde özlük haklarının verilmesi yönetimin görevidir. Bunu sağlamak için hukuk büromuzun detaylı bir çalışma yapmasını isteyeceğim.

Komisyon fikri iyi… Böyle bir komisyon yönetimi hata yapmaktan korur.

SORU: Kamu hizmetlerinin hızla ticarileşmekte olması, araştırma ve eğitimin kamu hizmeti niteliğinin azalması, bunun yerine üniversitelerin kendi kaynaklarını üreten ve kaynak sağlayanlar için araştırma/eğitim veren işletmelere dönüşmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

YANIT: Bilimsel duruşumuzu ve asli görevlerimizi arka plana itmemize sebep olan kaynakların üniversitemize zarar getirdiğini düşünüyorum. Tabii ki, üniversitemizin asli kamu görevleri olan eğitim ve araştırmada mükemmeliyete erişmesi için kaliteli ve bol kaynağa ihtiyacı vardır. Burada “kaliteli kaynak” kavramını getiriyorum. Edindiğimiz kaynağın, eğitim kalitemizi, akademik özgürlüklerimizi, işleyişimizi, topluma hizmet etmedeki temel görevlerimizi sınırlamaması esastır. Kaynaklarımızın eğitim ve araştırma kalitesini arttırmasını sağlayacak nicelik ve nitelikte olması gerekmektedir. İşte ben bu tür kaynağa “kaliteli kaynak” diyorum.
O halde şu soruyu sormak gerekir: Kaliteli kaynağı nasıl yaratabiliriz? Bir devlet üniversitesi olarak ODTÜ, stratejik bir yaklaşımla, DPT, TUBİTAK vb. kamu kurumlarından çok daha fazla kaynak alabilir. Ayrıca, uzmanlık alanlarımızda geliştirdiğimiz YUUP’lar ve hizmet içi eğitim programları ile de kaliteli kaynak yaratabileceğimizi, bu kaynakları temel bilim araştırmalarını ve eğitim altyapımızı güçlendirmede değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Web sitemde ve sözlü sunularda belirttiğim projelerin tümünün bu sorunun yanıtını oluşturduğu kanısındayım.

 

SORU: Seçimde en yüksek oyu almasanız da atanmayı kabul eder misiniz?

YANIT: Hayır.

 

Profesör Dr. Eres Söylemez’in sorularına yanıtlar:

SORU: Rektörlük makamı Üniversitenin eğitim kalitesi ile sorumlu mudur değil midir?

Yükseköğretimin temelinde disipliner programlar yer alır. Mevcut bölüm esaslı yapımızı korumamız ve daha da güçlendirmemiz öğretimde mükemmeliyetin en temel koşullarından biridir. Bunu da sağlamak Rektörlüğün en temel görevlerinden birdir.

Rektörlük, tüm programlarımızı güçlendirmek amacı ile fakültelerimize

  • yeni ders materyali geliştirme,
  • web sitesi hazırlama,
  • ders ve deneylerini videoya çekimi,
  • uygulamalı alanlarda bilgisayar destekli simülasyonlar geliştirme,

vb. konularda teknik destek sağlamalıdır.
Programlarımızın birçoğunda alan çalışması, büyük bir önem taşımaktadır. Bu tür programlarda, öğrencilerin hocaları ile birlikte çalışmalarının bir kısmını ilgili alanlarda yapabilmeleri için kaynak sağlanmalıdır. Ayrıca, tüm laboratuvarlarımız ve sınıflarımız modern öğretim paradigmalarına gore  yenilenmeli, kütüphanemizi dünyanın  en büyük kütüphanelerinden biri haline getirmek üzere sürekli güçlendirilmelidir.

Servis dersleri için, yerleşkenin merkezi bir yerinde modern bir sınıf binası oluşturulmalıdır. Dünyada, bilgi üretiminin ivmesi arttıkça, sürekli olarak, yeni disiplinler belirmekte, yeni teknolojiler gelişmekte, yeni sorun ve ihtiyaçlar gündeme gelmektedir. Bizim de programlarımızı sürekli olarak güncellememiz, çağdaş üniversiteler ile aynı kulvarda yarışmak üzere kendi uzmanlık alanımıza giren konularda eğilimleri izleyerek yeni programlar oluşturmamız gerekmektedir.

Rektörlük, bölüm ve fakültelerin otonom yapılarını güçlendiren, önlerini açan, çalışmalarını kolaylaştıran ve destekleyen bir tutum içinde, gelen taleplere göre gerekli yönetsel düzenlemeleri yapmalıdır. Laboratuvar ve sınıflarımızı yenilemek için gereken kaynak, DPT’den altyapı projesi olarak sağlanmalıdır.

SORU: Eğer sorumlu ise, Sayın adayların bilhassa birinci sınıf eğitiminde şu anda yaşanan sıkıntılarla ilgili olarak düşündükleri ve  çözüm önerileri nelerdir? Kontenjanların %25 artmasına ne tür bir önlem alınacaktır?

Orta öğretim ve ÖSS de uygulanan yöntemlerin sorunları üniversitemizdeki öğretimin kalitesine doğrudan etki etmektedir. Birinci sınıfa gelen öğrencinin özellikle temel matematik ve fizik gibi derslerdeki eksikliği mühendislik ve fen kanadındaki programlarımızın müfredatını uygulanamaz hale getirmiştir. Öncelikle, programlarımızın bu gözle yeniden ele alınması ve müfredatımızdaki boşlukların giderilmesi gerekmektedir. Bu açığın giderilmesi için ek ders ve “recitation” konabilir. Ayrıca, web teknolojilerinden de yararlanarak öğrencilerimizin kendilerini geliştirmesini sağlayabiliriz.  Ancak, bu konuda, fakültelerimizin kapsamlı stratejiler geliştirmesi ve Rektörlüğün bu stratejileri hayata geçirmek üzere destek sağlaması gerekmektedir.

Üniversite kapılarındaki yığılmanın çözümünün kontenjan artımı olmadığı açıktır. Yığılmanın milyon öğrenci boyutunda olduğu bir durumda onbinler düzeyindeki bir artım problemi çözmeyeceği gibi, şu anki eğitim ve öğretimin de sağlıklılığını sekteye uğratacaktır. Bu ağır problemin nedeni, karar vericilerin yetişmiş insan gücü kaynağı olarak üniversiteleri görmesidir. Kaliteli ara eleman yokluğunun yoğun yaşandığı ülkemizde aynı zamanda bir sürü işsiz üniversite mezunu bulunmaktadır.

Üniversitemizin topluma karşı olan görevlerinden biri, bu soruna nasıl çözüm bulunacağının bilimsel çalışmasını yapmak ve uzun vadeli stratejiler üretmektir. Kontenjan artımı gibi geçici çözüm önerilerinin ünivertemizdeki öğretim kalitesini etkilememesi için şüphesiz uğraş vemek gerekecektir. Yukarıda da belirttiğim üzere %25 lik bir artımın hiç bir şeye çözüm olmayacağına olan görüşümüzü korumakla beraber, buna zorlanırsak, bu artımın Kuzey Kıbrıs yerleşkemize yönlendirimesi için çalışmamız yararlı olabilir.   Böylece, ana yerleşkemizin  öğrenci niceliğini ve niteliğini korurken, Kuzey Kıbrıs’ta puanları yukarı çekmemiz mümkün olabilir. Şüphesiz öğretim üyesi sayısı, laboratuvar imkanı, derslik bağlamında ek kaynak elde etmek için de çalışmalarımızı sürdürmemiz gerekir.

SORU: Son yıllarda kayıtlı olduğu programın temel derslerinin hiçbirinden CC ve üzeri not almadan mezun olan öğrencilerimiz olduğu bilinmektedir (danışmanı olduğum bir kaç öğrenciyi ben hemen örnek verebilirim). Bu konu sayınadaylar için bir sorun olarak görülmekte midir? Eğer sorun olarak görüyorlar ise, değerli adaylar ne gibi bir çözüm düşünmektedir?

Temel sorun, öğrencilerimizi yönlendirmemizdeki eksikliktir. Bu durum öğrencilerimizin  öğrenme motivasyonunu önemli ölçüde azaltmaktadır. Öğrencilerimiz, mezun olmak için kestirme yöntemleri tercih etmekte ve en az eforla mezun olmanın yollarını armaktadırlar. Bu durumun yansımaları,derslere devamsızlık ve “kolay” derslere yönelme gibi pekçok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir.

Danışmanlık sisteminin güçlü olduğu dönemlerde bu ve benzeri olaylar danışmanlar tarafından gözlenir ve öğrenciler yönlendirilirdi. Kanımca, öğrenclerimize mentorluk yapabileceğimiz, onları motive edebileceğimiz bir danışmanlık mekanizması geliştirmemiz ve öğrencilerimizle etkileşimimizi arttırıcı ortamlar oluşturmamız büyük bir önem taşımaktadır.

SORU: Öğrencilerin öğretim üyelerini değerlendirmeleri süreci başladığından beri öğretim üyeleri not ortalamaları öğrenci not ortalamalarının artmasına orantılı bir şekilde arttığı görülmektedir. Değerli adayların bu konuda görüşleri nedir?

“Pembe form sorunu” diye kısa olarak adlandırabileceğimiz sorunlar kümesi, iyi niyetle başlamış bir “geri besleme” etkinliğinin, zaman içinde biçim değiştirerek, “meritrokratik sistem” oluşturmak adına, amacını aşan boyutta kullanılmasından doğmuştur. Pembe formlar öğrenciden öğretim üyesine bir geri besleme oluşturmak düzeyinin ötesine taşındığında “imzasız ihbar mektubu” niteliği göstermeye başlamaktadır. Seçilmem durumunda değerlendirme sistemi içerisindeki “yasallığı” tartışma konusu olan bu uygulamaya son vereceğim. Öğretim üyesini iki basmaklı tek bir sayıya indirgeyen, bunun üzerinden birbiri ile kıyaslayan bu sistemi bilimsel olarak “yanlış” bulduğum gibi ayrıca “onur kırıcı” da buluyorum. Bizim söylemimiz “bilimsel olmak koşulu ile çok renkliliğe izin vermektir”. Akademianın en değerli bileşeni olan öğretim üyelerini “büyük bir denklemin içinde tek bir sayı” durumuna düşürmek bu anafikrimize aykırıdır.

SORU: Son  yıllarda gittikce artan öğrenci disiplinsizliği (son bir haftadır mezuniyet konvoyları, iskambil oynanan  kantinler, derse gelmeme, vb.) konusunda sayın adayların görüşleri nedir?

Belirttiğiniz ve herkes gibi benim de yakındığım “Mezuniyet Konvoyları” vb. sorunlar aslında kendi başlarına var olan sorunlar değildir. Bu gözlediklerimiz bir “sonuç”tur. Yasak koymak, bunun için güç eksenli tedbirler almak kısa vadeli bir çözümdür. Yaşamı tehdit eden “mezuniyet konvoyları” gibi durumlarda gerekirse uygulanmalıdır da. Ancak, asıl sorun öğrencilerimizin sosyal boyutta eksik yetiştirilmelerinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal sorumluluklarının bilincinde, ODTÜ dışı sosyal çevrelerde “ODTÜ” ilericiliğinin temsilcisi olmaya daha öğrencilik yıllarında başlamış, bu doğrultuda üretken, yaşam ve ortam ile ilintisinin salt ders çalışmak ve başarılı olmanın ötesinde olduğunu algılamış “mezun adaylarımızın” konvoy kurup tur atacaklarını hiç ama hiç sanmıyorum.