Koca Ağrı

Koca Ağrı

Minibüsümüzün bozuk amortisörleriyle titreyen sesimize aldırmadan el çırpıp çocuk şarkıları söylüyorduk

“Doooo, külahta dondurmaaaaa!!!”

Müziğin ritmi ve yoldaki taşların desteği ile hoplayıp zıplıyorduk. Hüseyin’in peşine takılmış Ağrı’nın köylerine kitap ve hediyeler götürüyorduk… Ne de olsa müzik koordinatörüydüm. Uçaktan inerken, “sen bu şarkıları al, çocuklara öğret” diye elime tutuşturulan müzik kasetindeki şarkıları öğrenmek için bundan daha uygun bir fırsat olamazdı.

Şöförümüz İskender de havaya girmiş, bizle el çırpıyor, minibüs şarampole kayarken hafifçe duruma müdahale ediyor, çığlıklarımıza aldırmadan şıkır şıkır oynuyordu.  Arkamızdan gelen koli kamyonu bizi solladıkça, “Ula Hacci, senin amortisürler saglamdiiir???” diye naralar atıyordu.

kocaagri 1

Taaa uzakta Koca Ağrı belirdi. Kırışık, karlı zirvesi bulutlarla ve gökyüzü ile bütünleşmişti. Yaşlı, mağrur ve erişilmez görünüyordu. İlk bakışta ona aşık oldum. İnsan 50 yaşında da böyle aşık oluyormuş meğer. Sesim eskisinden daha canlı çıkıyor, kalbim daha hızlı çarpıyordu. Salıncakta  sallanır gibi bir his duyuyordum. Virajlara ve dikiz aynasına asılı koca nazarlığın hareketlerine göre kafamı ayarlıyor, gözlerimi Ondan ayırmıyordum. Yaklaştıkça daha da  büyüyordu… Ovadaki çiçekler rüzgarının ritminde minik minik titreşiyorlardı. Anlaşılan O’nu tek seven ben değildim.  Papatyalar, ballıbabalar, gelincikler ve daha ismini bilmediğim neler neler, şimdiye kadar hiç görmediğim bir güzellikle yeşil ovaya yayılmış, O’nunla bütünleşerek olağanüstü bir sanat eseri oluşturuyorlardı.  ‘Aşk güzelleştirir’ dedikleri doğruymuş meğer…

Gittiğimiz son köy O’nun eteklerinde kurulmuştu. Köyün toz bulutu altındaki kerpiç damlarının arkasından tüm heybetiyle yükseliyordu. Kimbilir bu köyde ne aşıklar vardır, diye düşündüm.

kocaagri 2

“Ne şanslısınız”
dedim.  Köyün muhtarı cevap verdi:
“Bize feydesi yuhtır”.

Ağrı’nın serin suları buraya erişmiyordu. Köyün tek çeşmesinden akan su çamurluydu. Çocukların ayakları, kara lastik pabuçlarının rengi ile bütünleşmişti. Okulun karanlık ve rutubetli sınıflarında çocuklara minibüste dinlediğim şarkıları söyletmeye çalıştım. Beceremedim… Büyük sınıflar çok tenhaydı.

“Hayrola?” dedim , ”bu köyde 10-12 yaşında çocuk yok mu?”
“Bu saatte davar gütmeye giderler”, dediler.

Demek bu köyde 10 yaşında çocuk olunmuyordu. Küçük sınıflar hemen hemen hiç Türkçe bilmiyorlardı. Ben şarkı söyledikçe kirli minik ellerini çırpıyorlar, seslerini benim sesime benzetmeye çalışıyorlardı. Haydi, bir daha gayret,

kocaagri 3

“Ilgaaaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısıııın…”

Köyden ayrıldık. İçimdeki tatlı heyecan yerini boğazımdaki düğümlere bırakmıştı . Ağrı’yı seyretmeye devam ediyordum. Hafifçe yağmur çiseliyordu. O da üzgündü demek… Penceremi açtım, motorun gürültüsü arasında rüzgarının sesini dinledim. Birşeyler mırıldanıyordu sanki. Kulak verdim:

“Yanlızım” diyordu,
“Beni anlamıyorlar”.

Biraz da kızgındı sanki. Ovadan kaldırdığı toz, zirvesindeki beyaz bulutlara kadar yükseliyordu. Söyleniyordu:
“Yıllar yılı büyüttüğüm ağaçları kesmemeliydiler’…
Soruyordu,
“Neden sularımı köylerine taşımıyorlar, ovalarımı ekip biçmiyorlar?”
Tüm ova uğulduyordu…

kocaagri 4

“Nerede eteklerimdeki kovanlar, pınarlarımdaki balıklar?” .
“Büyükler efsanelerimi bile unuttular.
Çocuklar çoktan seçmeli sınavlarda beni dört basamaklı rakkamlarla özdeşleştirdiler:

-Ağrı’nın yüksekliği kaç?
-5168
-Yok bilemedin, doğru cevap 5165 olacaktı.

 Bu mu beni tanımak? Buradakiler beni görmüyorlar. Gözler el kapılarında.  Marmara, Ege ekmek parası. Ankara derin uykuda… Akdeniz sıcak… 5 yıldızlı otellerde, güneşin altına 40 faktörlü kremlerle yatan insanlarım, sizi serinletemiyorum.  Üflüyorum, nefesim yetmiyor…

kocaagri 5

Buraya gelin… Karadenizin kara ormanları, şimdi sıra sizde… Bıkmak, yorulmak bilmeden tüketiyorlar sizi… Uy,  Karadenizin gümüş telleri…”

Minibüs taşlı yollarda bizi hoplatıp zıplatmaya devam ediyordu. Yorgun ve suskunduk. Ağrı gittikçe uzaklaşıyor, küçülüyordu. Gözüm hala Onda, sesim kısılmış devam ediyordum:

“Bu memleket biziiiim… Bizim dostlaaar!”

Fatoş